2 Nisan 2009 Perşembe

Aşkın Orpheus Hali

Tuğçe Işıksalan

Mit, geleneksel olarak yayılan veya toplumun hayal gücü etkisiyle biçim değiştiren, alegorik bir anlatımı olan halk hikayesi demektir. Mitoloji ise bunları anlamlandıran, yorumlayan, inceleyen bilime denir. Nedense biz en güzelleri, en imkansızları, en güçlü aşkları, nefretleri, kısacası “en”leri hep mitolojik olaylarda görürüz. Çünkü hep yaşamak istediğimiz ama yaşayamadığımız aşklardır onlarınki. Bize uzak gelir. Onlardan biriyle tanışmak ister misiniz?
Yunan mitolojisinde geçen, çok dokunaklı bir hikayesi olan güzel sesli ozan Orpheus, çok sevdiği karısı Eurydike’nin bir yılan sokması sonucu ölmesiyle büyük bir üzüntüye girer. Kendisini hayata bağlayan her şeyi bırakır. Sonunda yer altı tanrısı Hades’in yanına gider. Onun bu haline acıyan yer altı tanrısı Hades, ona Eurydike’yi geri vereceğini söyler, ama bir şartı vardır. Orpheus önde, karısı arkada yeryüzüne çıkacaklardır ve Orpheus karısı yeryüzüne tamamen çıkana kadar dönüp de arkasına bakmayacaktır. Orpheus, karısını ölümden geri getirmenin sevinciyle ve arkasında onun varlığını bilerek, yeryüzüne doğru yürür. Kendisi aydınlığa çıktığı anda dayanamaz, karısının da çıktığını düşünerek arkasına dönüp bakar. Eurydike karanlıkta bir silüet halinde belirir ve Hades’in karanlıklarına döner. Bir daha da geri gelmez.
Orpheus, üzüntü içerisinde, elinde arpıyla oradan oraya dolaşır. Bir gün Dionysos’un şarapla çıldırttığı Maenadlara rastlar. Maenadlar, Orpheus’u öldürürler ve kafasını Okeanos ırmağına atarlar.
Aşkla, aşkına duyulan özlemle, bir saniye bile dizginlenemeyen kavuşma arzusuyla yoğrulmuş bir öykü. Sonu trajik. Genelde Yunan Mitolojisi’nden duymaya alıştığımız ve çoğu zaman günümüzdeki aşklarla kıyasladığımız türden.
Postmodern dünyamızda Orpheus’ların sayısının giderek azaldığını hatta neslinin tükendiğini bile söyleyebiliriz. Çünkü günümüz aşları birçok şey gibi eski orijinalliğini yitirmiş durumda. Dünyadaki insan sayısının fazlalığından mıdır bilinmez, biten bir ilişkinin yerini yeni bir ilişkinin alması an meselesi oluveriyor. İki bedende tek ruh taşıyan, adına “aşk” denilen ama hala tarifi yapılamayan bu duyguyu paylaşan insanlar bile bugün bir şeyler biterken, eskisi kadar sancılı acılar çekmiyorlar. Hatta şarkılar bile geçmiştekiler kadar özlemi, pişmanlığı, acıyı, aşkı haykırmıyor. Her dize, her ezgi “pop” kavramı altında ezilip duruyor ve bir bakıyorsunuz bu dizeleri mırıldanıyoruz. Bir süre sonra bu şarkıların olmayan kalıcılığı gibi o aşklarda beynimizden göçüp gidiyorlar. Hangisi “Can’t take my eyes”, “Everything I do” kadar yıllarca klasik olmuş ve olmaya da devam edecek şarkılardan olabilir ki!.. Tıpkı geçmişteki aşklar gibi... Şimdi bırakın Ferhat’ın Şirin için dağları delmesini, insanlar ufak bir tartışmada bile özür dilemekten aciz.
Kadına yönelik fiziksel ve psikolojik şiddetin, çocuk istismarlarının büyük ölçüde arttığını, cinayet, cinnet gibi olayların gazete sayfalarını doldurduğunu görüyoruz. Bırakın aşkı, insanlık sevgisizliğe, vurdum duymazlığa, öfkeye, mutsuzluğa doğru bir uçurumun kenarında. İhtiyaç duyulan tek şey de biraz daha "geçmiş"... Çünkü bayramlar bile eskisi gibi değil, sokaklardaki çocuklar bile eskisi kadar gülmüyor, insanlar her an ölebilirim korkusuyla istediği yere gidip gezemiyor ya da gençlik geleceğe mutlu bir ufukmuş gibi değil koca bir kara delikmiş gibi bakıyor.
Sonuç olarak, insanlık tercihlerini sevgiden yana kullanmalı. Kaybettiği herhangi bir şey için sırtını dönüp gitmek yerine durup biraz düşünmeli. Aşka, insana, doğaya, adalete değer vermeli. Daha mutlu bir hayat için, daha aydınlık bir dünya için...

2 yorum:

  1. Gerçekten çok güzel ve başarılı bir yazı olmuş tebrik ederim.

    YanıtlaSil
  2. Dileğindeki güzelliğin var olabilmesinin mümkün olmadığı hissine nefretle bakıp umutla selamlıyorum seni
    farukilder@mynet.com

    YanıtlaSil